SELÇUK MUTLU
Poeta y artista plástico belga de origen turco (Rocourt, 1975). Licenciado de la Academia de Bellas Artes de Lieja, ha ilustrado con dibujos y grabados numerosos libros de escritores belgas. Participó en diversas antologías, lecturas públicas y performances en Bélgica, Francia, Rumania, Italia y España, Junto con Jacques Izoard publicó e ilustró en Francia, el libro de relatos: Les girafes du sud (La différence, 2003).
L’artiste et poète d’origine turque Selçuk Mutlu (1975) vit et travaille à Liège. Il a un jour été qualifié de dandy inquiet, ce qui lui va plutôt bien. L’inquiétude de Mutlu n’est pas d’ordre paranoïaque, mais se situe plutôt dans un pessimisme obstiné et se traduit par une quête constante des moyens d’expression les plus efficaces : exécutions rapides et spontanées, ellipses et répétitions formelles, dessins, peintures, vidéos, installations, performances éphémères, poésies écrites ou proférées. Dans son travail, l’artiste analyse en profondeur sa propre identité qu’il cherche, selon ses dires, « à travers un autre filtre que celui de la peur. »
ESTABA RADIANTE
Estaba radiante porque su culo era todos los días adorado y los topetazos le dejaban las nalgas enormemente suaves, ella se ofrecía a todos aquellos que carecían de afecto, de ternura y sobre todo del desahogo físico necesario a todos los seres; ocurrió incluso algunas veces que se abriera a los animales, que la deseaban mucho, su cuerpo se había transformado a lo largo de los años en un receptáculo blando y sin edad; a veces, cuando la luz disminuía en intensidad, se podía, en un claroscuro solemne, adivinar el cuerpo y el rostro que había tenido de niña, su sonrisa siguió siendo la de un ángel; su culo divino era conocido en toda la comarca, y a veces los peregrinos que la habían visto en sueños hacían viajes y rodeos arriesgando su vida para poder conocerla y a su vez darle como se merecía, esperando poder contar esa historia a sus hijos, nietos y dentro de lo posible al pueblo entero, pero hete aquí que poca gente creía en su existencia y pensaba que se trataba de una leyenda para que los machos tuvieran aún ganas de fornicar con sus hembras a menudo muy feas a causa de la consanguineidad; a veces, regurgitaba en su sueño un poco del blanco líquido que le chorreaba entonces a ambos lados del rostro dibujándole una leve sonrisa inmóvil nacarada, pero era con las pelotas de sus innumerables parejas que Eloïse era más pícara, toqueteándolas como se toquetea una bolsa de bolitas, amasando con firmeza el paquetito de cuero justo antes de metérselo en su boquita flexible y húmeda, ese tesoro que hay que proteger, dos huevitos que mimar de lo frágil y especiales que son, una bolsa tan fina que corre el riesgo con cada patada de desgarrarse, esparciendo entonces los gansitos sedosos a los vientos demasiado fríos, al polvo que arruina los ojos -el otro par delicioso-, y a los vulgares picoteos de las palomas torcaces..., es con las mejillas repletas que Eloïse tiene los sueños más dulces, dulce Eloïse.
https://ustedleepoesia2.blogspot.com.es/
Inédito (Selçuk Mutllu)
Y el mochuelo ulula, sin pavor ni de la noche, ni del día, y hasta el más precioso silencio (solo).
Una noche de linda borrachera, Eugenio el ruso deslizó en la oreja del cantor esto, que marcó a este último por mucho tiempo: “nol... no olvides... nun... nunca estooo... amigo, dijo con cierta dificultad, laaa... plusvalía no es... no es... nun... nunca pagada a... a... aquel que... que produce su... fruto!... Anotalo, anotalo, si... si no te... te vas a olvidar... ¿tenés dónde anotar?... pero tenés la misma libreta (roja) que yo...” Y, cuando esto dijo, se abrazaron alegremente en medio del café extrañado y encantado por tanto amor.
Abrazame fuerte corazoncito, como antes de los desastres, el agua, la fina lluvia o la garúa.
El problema es que ya no me acuerdo ni de vos ni de tu olor, que estoy viejo y ciego, y que olvidé mi nombre. El único problema es que no terminaré el archivaje completo de mi vida.
El problema es que he envejecido.
Por Laura Calabrese
http://www.la-costurerita.com.ar/belg3.php
BEN ÖLDÜM İŞTE
Bir gün sana selam gelirse, O gitti artık, o öldü diye. Üzülmezsin ama, bil sen yinede, Son sözlerde, adın vardı dilimde.
Gözlerim kapandı, sendin karşımda, Azrail o anda, gelmiş yanıma. Ölümde güzeldi, sen varken orda, İsmini sayıkladım, son defa sana.
Unutmak istedim, olmadı işte, Teselli bulurdum, Allahım sende. Yaşamak zor gelir, ömr-ü ahirde, Aşkım hiç ölmedi, ben öldüm işte, Sevdam hiç ölmedi, ben öldüm işte.
Olurda rüyada, görürsen beni, Anlarsın bir tanem, aşkı sevgiyi. Belki pişman olur, dönersin geri, Ne fayda sevdiğim, kaybettin beni.
İsterdim son defa, baksam gözlere, Gözlerde eriyip, aksam kalbine. Bir asır değil gülüm, bin asır geçse, Kalbinde kilitli, kalsaydım keşke.
Unutmak istedim, olmadı işte, Teselli bulurdum, Allahım sende. Yaşamak zor gelir, ömr-ü ahirde, Aşkım hiç ölmedi, ben öldüm işte, Sevdam hiç ölmedi, ben öldüm işte.
İLİŞKİLER YUMAĞI
Her bir şey bir diğeriyle ilişkilidir hayatta. Attığımız her adım bir diğerini tamamlar, söylediğimiz her cümle bir öncekinden feyiz alır, sergilediğimiz her davranış da bir öncekine kıyasla hesaplanır.
Bunu anlaya bilmek için kadere inanmak yeterlidir sanıyorum. Ben inanıyorum. İnsanın kendi kaderini kendisinin çizdiğine ve hatta her kaderin bir diğerinin kaderini değiştirdiğine de... Bir çokları bu şekilde düşünmez ama. Kader sondur onlar için ve “sonu belirleyen; yaratıcıdır, insan kendi kaderini değiştiremez bu yüzden.”
Halbuki kader bir son değildir. sona giden yoldur sadece. Sonu değiştirmek elimizde olmasa da yolu değiştirmek yine bizim elimizde.
Kimi zaman bilinçli değiştiririz kaderimizi kimi zamanda farkında olmadan. Verdiğimiz her karar, yaşadığımız her olay kaderimizi bir öncekinden farklı kılar. İsteyerek veya istemeyerek yaptığımız her bir şey, bir öncekinin etkisi sonucu ortaya çıkar. Bu sebeptendir ki; hakimler sanıkları yargılarken önce neden suç işlediklerini sorarlar. Öyle ya ölen de en az öldüren kadar suçludur aslında. Tabi katil zevk için adam öldürmüyorsa! Adam öldürmenin haklı bir yanı olduğundan bahsetmiyorum. Hiçbir sebep senin vermediğin bir canı alma hakkını sana veremez. Fakat kimsenin de karşısındakini, kendisini öldürtecek kadar kızdırma hakkı yoktur.
Hakkı olmayan bir şeyi yapan maktul; söylediği bir sözle yada yaptığı her hangi bir şeyle, karşısındakini tahrik etmiştir. kendi kaderini de böylece değiştirmiştir. Kaderindeki bu değişim başka kaderleri de değiştirmiştir ardından. Katili hapis olmuş, eşi dul kalmış, çocukları yetim büyümek zorunda. Başka bir çok halka daha vardır bu zincirleme reaksiyonda.
Bazıları dünyayı değiştirmek istediğinden bahseder mesela. Oysa ki attıkları her adımla dünyayı değiştirdiklerinin farkında bile değildirler… Yolda kalmış birini görürsen, yardımına koşabilirsin, misafir edip ağırlarsın. Yardımcı olduğun insan senin bu davranışından hoşnut kalır ve yardıma muhtaç birini gördüğü zaman oda senin ona davrandığın gibi davranır. Yolunu kaybetmiş bir turisti gideceği yere bırakır. Turist; ülkesinde Türklerin yardım sever olduğunu anlatır. Bu söylenti dilden dile dolaşır. Ülken bir çok turist kazanır. Bu kazanç istihdam yaratır. İstihdam işsizliği azaltır. hırsızlık, kapkaç ve üçüncü sayfa cinnet haberleri birkaç olayla sınırlı kalır. Gösterdiğin bir tavır; Dünyaya daha yaşanılası bir hal aldırır.
Bazıları geçmişe takılıp kalmakla suçlanır. Oysa tüm gerçekler oradadır. Yaptığın her yeni şey bir önceki yeniye bağlıdır. Bugün ancak dünle yargılanır. Günü bu günle sınırlandıranların yarınına ancak yalanlar kalır.
Her bir şey bir diğeriyle ilişkilidir hayatta. Canım da yansa, kanım da donsa; Her bir şey bir diğeriyle ilişkilidir hayatta…
.
No hay comentarios:
Publicar un comentario